Monthly Archives: Eylül 2020

Hunharca düzeltiyorum!


hun: kan
har: ateş

hunhar: zâlim, kana susamış, gaddar, câni

Hemen izah edeyim: O “a” harflerindeki “şapka” imi, harfin uzun okunacağını göstermek içindir; bu işârete hem “inceltme hem “uzatma” vazifesi yüklendiğinden kaoslardan kaos beğenmekteyiz yıllardır, oysa bir “â” harfimiz bir de “ā” harfimiz olsaydı “zālim” ile “cāni” yazardık misler gibi! Tıpkı “dünyā”, “māvi” ve “rüyā” yazmamız gerektiği gibi:

Rüyālar, karmakarışık rüyālar…

“Dünya”daki ve “mavi”deki a harflerini kısa okumuyoruz, bunu hep unutuyoruz. Fonetik imlāya bağlı kalıp bāzı (“pazı” der gibi “bazı” demiyoruz, “baazı”dır telaffuzumuz) kelimeleri doğru okutmak isterseniz belli bir zahmete katlanmanız gerekiyor. Aylardır yazmaya fırsat bulamadığım bu hususu da böylece yazıya dökmüş oldum.

“Hunhar” kelimesine dönelim. Dönem dönem moda olan kelimeler vardır, bu da onlardan biri. Özellikle sosyal medyada genç neslin dilinden düşürmediği bir kelimedir. Hunharca sevmek, hunharca gülmek gibi kalıplarda kullanılır. Vodafone Freezone reklamlarının kafasında bir terkiptir. “Saçma güzel”, “manyak güzel” gibi. İşte böyle böyle kelimelerin içeriği kayboluyor, anlam dünyası iğdiş ediliyor. Tam olarak yerine hangi kelimeyi koyacağını bilemeyenlerin “ama olumlu anlamda” diye dipnot verdiğini sık sık duymuyor musunuz? Bendeniz hem duyuyorum hem okuyorum. Ona çok gülüyorum ama olumsuz anlamda! Ne bu şimdi?!

Eski mankenlerden Demet Akalın, aslında yüksek sesle müzik çalınmasından ve bunun insan kulağına tacizinden şikâyetçiymiiiiş… Hay Allah! Tamam, ülke ekonomisindeki seyir endişe verici, DSÖ 2021 için corona illetinden 1 milyon can kaybının işaret fişeğini de yaktı, iyi de bu “hunharca” yanlışın ayıbını görmeyelim mi? Gördüğünüz gibi joker bir söz bu “hunharca” maşallah, nerede başınız sıkışsa “sıkıntı yok” gibi her boşluğa çakıyorsunuz çivi misali!

Çakınız güle oynaya! Çakınız umursamazca! Çakınız hunharca!


Bî-haber misiniz Google Translate’den?


Bu bir: “aksiyon mahsulleri”

Bu iki: “süper kötü pataklayıcı ana karakter”

Bu da üç: “ne yapacağından bir haber olan”

“Bir haber” ne yahu?! Buna “adletmek”i de yapıştırsaydın ne harika olurdu! Üstüne “şarz”ı da ekledin mi lokum lokum! Arapça ve Farsça kelimelerin başına gelen ve “-siz, -mez” eklerinin anlamını karşılayan bu ön ek ile oluşturulmuş o kadar çok kelime vardır ki… Bî-ar olan biri ancak bu “Google translate” rezaletine tevessül ederdi, ki öyle de olmuş zaten.

Dede Efendi’nin vals ritimleriyle (makamı rasttır) hemen hemen herkesin mırıldanmakta zorluk çekmeyeceği o meşhur şarkısında da “bî-bedel”i görmekteyiz. Benzeri olmayan, eşsiz anlamındadır.
“Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü / Sîm-ten gonca-fem bî-bedel ol güzel
Âteşîn ruhleri yaktı bu gönlümü / Pür-edâ pür-cefâ pek küçük pek güzel”

Dede Efendi, bu şarkının ilhamını, gönlünü düşürdüğü Gülnihal Kalfa’dan almıştır. Yaşadığı dönemi düşündüğümüzde bu şarkı Dede Efendi için epey “light” gelmiştir. Hatta o kadar ki gelenekten kopuşun âdeta simgesi olan bu “hafif” şarkı için talebesi Dellâlzâde İsmail’e, “İsmail, bu oyunun tadı kaçtı.” dediği söylenir.

“Gugıltıransleyt”e dönelim biz yine ve dünyadan bî-haber (“bîhaber” yazımına da fitim) olanların küçük dünyalarına fiskemizi atalım, atalım ki az da olsa silkinsinler Atlas Silkindi ile sosyal medyada sağa sola caka satmadan evvel!


“Mecbur” etti beni Ayla Çelik!

Mecbur mecbur
Bu hayat hep mi mecbur

Ah kalbim yeni yetme
Bildiğini söyletme

Zalimi güldürdün ya
Seveni öldürdün ya 

diye gidiyor…

Serdar Ortaç’a rahmet okutan bir “kafiye” bolluğunda, gayet sıradan, düz bir “pop”üler şarkı bu “Mecbur”. İcra eden de Ayla Çelik adlı bir hanım. Elbette bu şarkıya ve şarkıcıya dair yorumu Naim Dilmener’e bırakıyorum. Beni ilgilendiren husus şu “aylâ” ve “AŞIK” yazımındaki tuhaflık.

ayla: yıldızların, özellikle ayın etrafındaki ışık çemberi, hâle.

Bu kelimeyi “aylâ” diye yazan kimse/kimlerse muhtemel telaffuzları da şu olmalı: aylaaa. Evet, hemen terk edin orayı!

Ne var ki “aylâ” yazıp ikinci a harfini “uzun a”ya dönüştürenler, gidip “AŞIK” yazmışlar! Tut kelin perçeminden! Haydi, bu tasarımı hazırlayanlar “ayla”nın, “âşık”ın nasıl yazılacağından bîhaber de İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu bir şarkıcı nasıl olur da isminin nasıl yazılacağını bilemez, bu çok acayip dostlar! İsminin “aylâ” yazılmasına ses çıkarmayan biri, “AŞIK” yazılmasına da cevaz verecektir.

Diskografisine baktım da bu “aylâ” hassasiyeti o kadar baskın değil. “Lavanta”da “Ayla” yazıyor. “Ben”de “aylâ”! 2020’de, Kemal Sunal’ın Atla Gel Şaban filminin “hit” parçasını Beyazıt Öztürk ile yorumlamış: Parti (Şiki Şiki Baba). Şöyle yazıyor single’ın kapağında: Ayla Çelik & Beyazıt Öztürk.

Kısacası şu: Hayatımızın hemen hemen her alanında gördüğümüz sallapatilik, vurdumduymazlık, ciddiyetsizlik bir virüs gibi yayılıyor. Beni yazmaya “Mecbur” bırakanlar utansın.


Oh, my God! Yine mi Burcu Esmersoy?!

Bir nev’i dişi B. Button diyebileceğim Taylan Kümeli, Burcu Esmersoy’un “gündüz kuşağı” programında tatlı krizi için tarifler veriyordu da… Her dem Burcu Burcu!

Yamalı Poğaça

ShellBurcu

6 Temmuz 2011’de “‘Yüz’süzlüğün bu kadarına da pes, Burcu Esmersoy!” başlıklı bir yazıyı klavyeye düşürüp reklam sektöründe “marka yüzü” adı verilen kavramın nasıl da ıcığının cıcığının çıkarıldığını dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım; fakat bu koskoca web âleminde kim benim yazımı bulup da okuyacak ve sözümü dinleyecek… Ütopyaya gel!

Ancak Frito-Lay’in koskoca ilgilileri de ilgilerini “sarışın” Burcu Esmersoy’dan yana koyunca diyecek söz kalmıyor. Kız seni alan yaşadı be Burcu! Vergi rekortmenleri listesinde Beyazıt’a sağlam bir rakip olacağını tahmin ediyorum artık.

Uzun yazı okumaktan çekinmeyenler için, işte o yazım:

Hay horozuna gıravat taktığımının! Antrparantez Vahi Öz’ün ruhu şâd olsun. Ne Burcu’ymuş be birader! Hatta ne Burcu Esmersoy’muş yahu! “Kırık Potkal”a damlayanların (üzgünüm ama) pek çoğu “Burcu Esmersoy, burcu esmersoy frikik/leri, Burcu bacak, Burcu Esmersoy etek” vb. nezih sözcüklerle internet adı verilen şeytan icadını hormonal emellerine alet ediyorlar mel mel! Peki, Mel Brooks (Mrk. Silent Movie) bu işe bozulur mu?

Reklam veren şirketlerin üst…

View original post 574 kelime daha


Benim’O’ya kardeş geldi: Banada!

“Bunuda” okuyun ey Halil Sezai “fan”ları!

Yamalı Poğaça

Banada Torku

Ürün adlarının hem yazım kurallarına hem de Türkçeye uygun yazılması hususunda hassasiyet gösterenlerin korkulu rüyası, “marketing” üzerine kafa yoran reklamcıların, akademisyenlerin ve sokaktaki vatandaşın ilgi odağı Torku, ürün gamına “ısıl işlem görmüş” ve “fermente” sucukları da aldı nihayet. Gözün aydın Türkiye!

“Torku”nun, bahisçilerin aşina olduğu Inter Turku’yla hiçbir yakınlığı olmadığını evvelemirde not edeyim. 100 kişiye sorduk ve 1 kişi “torku” kelimesinin “ipeksi, ipek gibi sağlam” olduğunu söyleyebildi. Padişahlara layık alt metniyle pazarlanan bu ürünün damaktaki yolculuğunu, bir Nutella tutkunu olarak ilerleyen günlerde test edeceğim.

Benim asabımı bozan hususun tahmin edilmesi zor değil. Adana yöresinde “domates”e, “banada” deniyormuş. Bu ürünün domatesle ilgisi olamayacağına göre… Başımızın tatlı belası -da ekinin katledilmesine eşsiz (!) bir numune olarak Torku Banada’yı gösterebiliriz. Elbette Divân-ı Lugat-it Türk’te “banada”nın anlamı “kakao kreması” falan değilse!

Allah aşkına, piyasaya süreceğiniz ürüne isim koyarken biraz ciddiyet ve ihtimam gösterin. Tıpkı çocuğunuza isim koymadan önce kılı kırk yardığınız gibi… “Bunuda” kulağınıza…

View original post 5 kelime daha


Netflix, pilav üstü kuru da ister misin?


Daha önce “rezalet üstü iğrençlik” nedir görmüş müydünüz yahut duymuş muydunuz? Sizi bilmem de bendeniz daha önce tesadüf etmemiştim bu “rezalet üstü iğrençlik” adı verilen hadiseye. Belki de görmüşümdür bir Amerikan filminde bu “rezalet üstü iğrençlik” denilen “şey”i… Melisa Şenolsun ile Metin Akdülger’in senaryo gereği neler yaptıklarına bakacağız çaresiz. “Merak üstü heyecan” bu olsa gerek!


Akdeniz -Stavros Lantsias ile- ısınıyor!

Spotify adlı dijital müzik kütüphanesinin kıymetini, Akmar Pasajı’nda CD’den, plaktan 90’lık kasetlere kayıt yaptıranlar bilir! Ne büyük nimettir şu Spotify bi’ bilseniz!

Geçen hafta başında “haftalık keşif” sekmesini açıp dinlemeye başladığımda elim hemen o “kalp” işaretine gitti: To Waltz Ton Mation, Stavros Lantsias. “vals of the eyes” başlığı var o çoook meşhur “ekşi”de, hey Allah’ım! Nasıl, “gözlerin valsi” ne kadar romantik değil mi? Yazarken fark ettim de “romantik” kelimesinin de içini boşaltmışız… Yazık.

Eleni Karaindrou’ya götüren melodi zenginliği, yereli evrensele lehimleyen bir vizyon, dingin bir ruh hali… Ruhunuzun yönetmeni olduğunuz filmlere “soundtrack”ler Stavros üstadımızdan… Yayınlanmış albümlerine yelken açtım hemen. Yanılmamıştım. Berklee mezunu bir piyanist. Güney Kıbrıs doğumlu. Halkların kardeşliğine eminim o da iman etmiş bir “dünya vatandaşı”dır. Müzik varsa savaş yoktur. Hele hele jazz‘a meyletmiş bir yüreğin varı yoğu barıştır.

Human Touch grubunun saksafon icracısı David Lynch ve gitarist Yiotis Kiourtsoglou ile 1998 ve 2004 yıllarında iki albüm çıkartıyor. Aman diyeyim, Blue Velvet ile Lost Highway‘in yönetmeni David Lynch değil ha bu David!

Warner Music ile anlaşma gecikmiyor. Yıl 1999. Albümün adı Return. 2002’de de The Journey of a Note. Bana soracak olursanız, ki bana sorunuz, tam bir “ECM sanatçısı” Stavros ustamız. Manfred Eicher, bu “dünya sanatçısı”na ECM’in kapılarını açarsa hiç şaşırmam.

2011 çıkışlı Dairy of Dreams ise ayrı bir cümbüş! Davul setinde, vakti zamanında biz Akmar Pasajı müdavimlerini delirten Weather Report’un davulcusu Peter Erskine var! Lars Danielsson da kontrbasın tellerine konan kuşlarla muhabbete koyulmuş…

Dün akşam da “home office” çalışmaların baskısını temize çekmek için web âleminde bi’ sörf yapayım dedim ve karşıma enfes bir WordPress dostu çıktı: https://birinindunyasi.wordpress.com/2016/11/01/stavros-lantsias/

Gayet temiz anlatmış. “+1” demekle iktifa ediyorum. Ellerine sağlık. Onun da bu yazısını okuyunca kalbim, ruhum, gözüm Stavros Lantsias’ın besteleriyle dolu bu berbat gündem maddelerine nanik yaparcasına! “As Far as Your Eyes” adlı nefis bestesinin videosu da benden gelsin…

Yaşasın barış! Yaşasın kardeşlik! Yaşasın müzik!


Gel dese noktalama işaretleri!

Diziye dair enfes -ve tabii ironi harikası- yorum için lütfen Murat Soner’in, “TV’de Sansürsüz Yayınlanan Dizi Gel Dese Aşk İncelemesi ve Eleştiri” adlı 20 Nisan 2020 tarihli videosunu YouTube adı verilen şeytan icadında seyretmenizi hararetle tavsiye ediyorum.

Benim pertavsızıma takılıp kalbimi sızım sızım sızlatan ise şu “..!” noktalaması şeysi! Osman Bey’in Türkçenin noktalama işaretleriyle sınavı da bitmemiş anlaşılan. Kısa keseyim: Ya “!” ya da “!…”, ötesi sallamaya giriyor, hatta noktalama katline…

Ben yazdım oldu: Kimse sınanmadığı dilin masumu değildir!