Tag Archives: Müzik

Meraklısına “collage”

Wayne Shorter – David Bowie
Melek Keçeci
Tevfik Fikret


+1

“Halfaouine est juste magnifique, elle me donne la chaire de poule , à chaque fois que je l’écoute”


“Önemli olan boyu değil, işlevi” ve uydurmacı araştırmacılar!

Dr. Haydar Dümen ile özdeşleşen, “önemli olan boyu değil, işlevi” sözü, tam da “duduk” için söylenmiş sanki. Durduk yere, en neşeli anında dahi bir insanı zırıl zırıl ağlatabilir bu küçümen (36 cm) enstrüman, öyle böyle değil!

The Last Temptation of Christ filminin (ki film çok zayıftı, sadece müzikleriyle ilgi odağı olmuştu) “sound track”ini harıl harıl aradığım yılları düşünüyorum da… Nusrat Fateh Ali Khan’ın o derin o yanık sesi bir yanda, kayısı ağacından mamul ve Ermenistan’ın ulusal çalgısı haline gelen “duduk”un iç acıtan o tınısı bir yanda… Peter Gabriel, Senegalli Youssou N’Dour’u da Avrupa müzik piyasasına sunacaktı, belliydi.

“The Feeling Begins”i hatırlayanlar mutlaka vardır. Pek çok belgeselde “fon müziği” niyetine kullanıla kullanıla haşat edildi güzelim eser, her neyse. Bu parçada “duduk”u Djivan (Civan) Gasparyan’ın üflediği bilgisi olmakla birlikte C. Gasparyan bu albümde değil, Hans Zimmer’in müziklerini bestelediği Gladiator filminde 72 yaşındayken “duduk” üflemiştir. Antranik Askarian “line up”ta vardı. Bir de Vatche Hovsepian…

1925-1978 yılları arasında yaşayan Vatche Hovsepian’ın 1989 tarihli bir albümde “duduk” performansını icra etmesi mümkün olmamasına rağmen öyle bir kepazelik ve öyle bir sorumsuzluk “araştırma” (!?) adı altında yayınlamıştır ki internetin nasıl bir çöp yığını olduğuna bundan “nefis” bir numune olmaz. Bu araştırma fakiri sözde makaleden ilgili kısma dair alıntıyı meraklısına yazının sonunda vereceğim. Okurken eminim siz de bu cehaletten utanç duyacaksınız. Bu “makale”yi* hazırlayanlardan biri “Amasya Güzel Sanatlar Lisesi”nde, diğeri de “Haliç Üniversitesi, Konservatuvar/Opera ve Konser Şarkıcılığı Bölümü”ndeymiş. “Makale”de koyu siyah dizdiğim ifadelerdeki “sallamalara” lütfen dikkat ediniz. Bu “makale”*, “Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mart 2020 • Cilt: 3/1: 131-165 DOI:” başlığında bulunabilir. Utanmadan “Araştırma Makalesi / Research Article” başlığıyla yer almış bir de! Neyi araştırmışlarsa artık!

Azeriler dut ağacından yapıyor, “balaban” diyorlar. Dağıstanlılarınki “yastı balaban” ve kızılcık ağacından… “Mey” demişiz biz; ceviz ağacının dalından yapıyoruz. Bu vesileyle mey sanatçımız Binali Selman’ı da analım. Bu mini minnacık, iki oktava kadar çıkabilen nefesli enstrümanı “millî çalgı” ilan eden Ermeniler ise “kayısı çubuğu” anlamına gelen “duduk”u yüzyıllardır aynı teknikle imal ediyorlar. Kayısı ağacından “duduk”un gövdesini imal edip ağızlığını ise Aras Nehri’nden kestikleri kamışı ham haliyle kesip yerleştirerek…

Araştırmacı (!) arkadaşlara haber vereyim: “petrole bulanmış bir ördeğin uçuşu esnasındaki görüntüler üzerine duduk çalgısını üfleyen sanatçı” diye uydurdukları senaryonun gerçekle zerre ilgisi yoktur! Fransız şirketi Ocora etiketiyle çıkan ve Ermeni müziklerinin derlendiği albümden V. Hovsepian’ın “The Wind Subsides” adlı yorumu “The Feeling Begins”e monte edilmişti.

Hakemli derginin VAR odası çalışmıyor besbelli. O “senaryo”yu kendi cümleleriyle okumak isterseniz burada: “Duduk çalgısı geniş bölgelere yayılırken bu etkileşim sürecinde, Türkiye de bu çalgıdan nasibini almış görülmektedir. Kendine has buğulu ve yumuşak sesi kulaklarımıza üfleyen sanatçı, Vache Hovseplanin olmuştur. Körfez savaşı yıllarında Peter Gabriel ile yapılan çalışmada petrole bulanmış bir ördeğin uçuşu esnasındaki görüntüler üzerine duduk çalgısını üfleyen sanatçı, tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştır. Vache Hovsepyan, Peter Gabriel’in ‘The Feeling Begins’ parçasını icra ederken 500 yıllık bir ilahiye de ışık tutmuştur.”


Gözden kaçanlardan: Larisa Dolina

Memleket umumisinde “sanatçı” kisvesi altında icra-ı zanaat eyleyip de sesi zar zor duyulan, haddizatında sesini dışkılama organlarına müracaat ederek güç belâ çıkartan şahısları görüp dinledikçe Larisa Dolina’ya ne kadar büyük bir haksızlık ettiğimizi bir kez daha fark ettim. Düşünsenize, Spotify’da “Survivor” yarışmacısı Yasin Obuz -bile- “sanatçı” diye yer alıyor! Bu kadarına da PES! Larisa Dolina’ya sıfat bulamayız bu durumda be Spotify! Yapma etme, “Haftalık Keşif” sekmene kurban olayım!

“Reverend Lee” şarkısındaki yorumuyla beni benden alıp arş-ı âlâya götüren Diane Schuur’un o göz yaşartan “Do it to me” nakaratıyla sarhoşken buldum Larisa Dolina’yı. Favorim D. Schuur, 1955 Bakü doğumlu L. Dolina da favorimi alt etmeye hayli yakın plasemdir. Ses neymiş, bi’ görüp dinlemek gerekmez mi? Antrparantez Mari Gerekmezyan’ın ruhu şâd olsun. Davulun başındaki şahıs ise ne genç yaşlarındaki Abdullah Gül ne George Clooney… Davuldaki isim 1956-1998 arasında biz ölümlülere hoş anlar yaşatmış Carlos Vega’dır. Onun da ruhu şâd olsun.

Önce Diane Schuur ile coşalım, ardından Larisa Dolina ile arşa tırmanalım, olmaz mı? Haa, Emre Yücelen buraya, yumruk havaya!


Regaip Kandili’nde “Islam Blues”

2001 tarihli ACT firmasının müzik piyasasına armağanı Islam Blues albümünün kaptan köşkünde ney sanatçımız Kudsi Erguner oturuyor. Asıl sürpriz ise “vokal”ler: Yunus Balcıoğlu ile Halil Neciboğlu. “One World” ile “Twins” adlı eserlerdeki “vokal”ler klişe deyişle “tüyler ürpertici”! Tam “kandil”lik! Şuna eminim, boyumdan büyük ve spekülatif bir iddia; fakat Ahmet Hamdi Tanpınar üstadım bu albümü zevk içinde dinlerdi. Ona “muhafazakâr”, “sağcı” yaftası yapıştıranların elinden kurtarıldı çok şükür Tanpınar; çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar Türkiye’dir! O Ahmet Hamdi Tanpınar sağ olsaydı da bu albümdeki “Twins” ile “One World”ü değerlendirebilseydi…

Kadro şöyle: Perküsyonda Bruno Caillat, davulda Mark Nauseef, kemençede Derya Türkan, gitarda Nguyen Le, kanunda Hakan Güngör, kontrbasta Renaud Garcia-Fons. Karim Ziad ise “Twins”e baterist olarak konuk olmuş. Dinlemelere sezâ! Hem ibadet hem ruha ziyafet! Tabii “kültürel muhafazakâr” kardeşlerimize…


Gaflet gaflet üstüne!

Mustafa Ceceli adlı şarkıcının bir şarkısıymış bu efendim, ne güzel! Durun, gaflet bitmedi…

Bestecilere bakıyoruz şimdi de ve Allah’ın bir hikmetine şahit oluyoruz: Osman İşmen adlı bestecinin zaman içinde yolculuk yaptığını (“tayy-i mekân”) görüp sayıyla kendimize geliyoruz… Valla, şu internet bilgiye ulaşmak için büyük bir nimet!

Gaflet mağdurlarına şifa niyetine: 1610’da Polonya’nın Lvov şehrinde doğduğu ve farklı kaynaklara göre 1672, 1675, 1676 veya 1680 tarihlerinde ölmüş olabileceği yolunda rivayetlerin muhtelif olduğu, Türk müziğini notaya alan ilk şahıs, Leh asıllı bestekâr ve mûsikişinas Santûrî Ali Ufkî Bey’in asıl adı Wojciech Bobowski’dir. Bu nadide eserin güftesi ise III. Murad’a aittir. Hem Rum-Ortodoks kiliselerinde hem Mevlevî ayinlerinde icra edilmektedir.

Haa, işin matrak tarafı ise bu “dinî eser”in sözlerine biçilen kılıftır. Sağda solda, padişahın kaçırdığı namaza dair pişmanlığını dile getirdiğini ballandıran “mistik-hisli” cümleler okumuşsunuzdur muhtemelen. Elbette “mabadî” kaynaklı bir hikâyedir ve aslı astarı yoktur. Üstadın “Mecmua-i Sâz ü Söz” isimli elyazmasında bu istikamette tek bir ifade yoktur! Melodisi tatlı bir esere yakıştırılan bir tatlı dedikodu diyebiliriz. Ali Ufkî Bey, güftenin yazılmasından 60-70 sene sonra bestelemiştir bu güzide eseri. Atmasyon “uyku hikâyesi” öylesine kök salmıştır ki internet çöplüğünde, bu eserin macerasını size böyle yutturacaktır pek çok site!


Okur ben… Yazar ben… “Aglar men”!


Gelin çocuklar gelin: “iPhone 12 reklam müziği”, Gopher Mambo, Yma Sumac, Öztürk Serengil

Yetmişli yıllarda TRT’nin siyah-beyaz dünyasında bir program vardı: Magazin dünyasına dair yorumlarını serdettiği Seren Serengil’in rahmetli babası “kelaj” Öztürk Serengil’in sunuculuğunu üstlendiği, halka açık bir “yetenek” yarışmasıydı. Şimdinin “Yetenek Sizsiniz”i diyebiliriz “Gülünüz Güldürünüz”e. Eski futbolculardan, eski reklamcılardan falan oluşmazdı jürisi haa! Kimler mi vardı? Ali Sururi, Seyfi Dursunoğlu (nâm-ı diğer Huysuz Virjin), Mürüvvet Sim, Bedri Koraman, Kayhan Yıldızoğlu… İnsanın eli ayağı tutulacak cinsten dev bir kadroydu.

Hatta arama motorlarında biraz gezdiğinizde karşınıza Orhan Aydın adlı genci de çıkartacaktır tozlu video arşivleri… 1977 yılındaki hayvan taklitlerini gördüğünüzde “Bi’ yerlerden çıkarıcam yahu!” diyeceksiniz. Yazayım: 2011 tarihli Kolpaçino Bomba‘nın Nedim’idir karşınızdaki arkadaş! Tam bir “nereden nereye” hadisesi işte!

Konumuza dönelim. Zarafetin, beyefendiliğin henüz kaybolmadığı o siyah-beyaz yıllarda rahmetli Öztürk Serengil, “Gülünüz Güldürünüz”ün bitiminde bir şarkı ile veda ederdi “sayın seyirciler”ine… Peruk taktığı başında yumurta da kırardı… Tira bam bum, bam bum, bam bum derdik biz de aile fertlerinin cep telefonlarıyla akşamları hemhâl olmadığı evlerimizde… Tira bam bum! “Ciddi komik” Öztürk Serengil’in bu dublaj harikası dansını beklerdik heyecanla… Gülmekten çenelerimiz ağrırdı. Doyamazdık seyretmeye. O yıllarda “izlemezdik” zaten, seyrederdik âlemi!

Perulu Yma Sumac’ın beş oktavlık (sopranodur) muhteşem sesiyle yetmişli yıllarda tanışmıştık. Neredeyse 50 yıl sonra Apple, her yıl birkaç özellik ekleyip makyajladığı cep telefonlarından iPhone 12 modeli için çocukluğumuzun “Gülünüz Güldürünüz”üne ve dolayısıyla Yma Sumac’ına burnunu sokmuş. “Mambo Kraliçesi” Yma Sumac’ın akıllara durgunluk veren sesini duysun da sosyal medya nesli, son teknoloji marifetiyle kargalardan bülbül imal eden endüstrinin kimleri meşhur edip trilyoner ettiğini görsün. Tabii gözüne indirilen perdeleri aralayabilirse…


İç-dış yıkama: Anouar Brahem, Halfaouine

Tunus’un medâr-ı iftiharı udî-bestekâr Enver İbrahim’in (“Anouar Brahem”) 18.09. 2000 tarihli ECM etiketli albümü Astrakan Café’nin mücevherlerinden “Halfaouine”in orkestra ile icraı siyasetle, corona illetiyle kirlenen ruhlarımıza iyi gelir umarım.


Bî-haber misiniz Google Translate’den?


Bu bir: “aksiyon mahsulleri”

Bu iki: “süper kötü pataklayıcı ana karakter”

Bu da üç: “ne yapacağından bir haber olan”

“Bir haber” ne yahu?! Buna “adletmek”i de yapıştırsaydın ne harika olurdu! Üstüne “şarz”ı da ekledin mi lokum lokum! Arapça ve Farsça kelimelerin başına gelen ve “-siz, -mez” eklerinin anlamını karşılayan bu ön ek ile oluşturulmuş o kadar çok kelime vardır ki… Bî-ar olan biri ancak bu “Google translate” rezaletine tevessül ederdi, ki öyle de olmuş zaten.

Dede Efendi’nin vals ritimleriyle (makamı rasttır) hemen hemen herkesin mırıldanmakta zorluk çekmeyeceği o meşhur şarkısında da “bî-bedel”i görmekteyiz. Benzeri olmayan, eşsiz anlamındadır.
“Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü / Sîm-ten gonca-fem bî-bedel ol güzel
Âteşîn ruhleri yaktı bu gönlümü / Pür-edâ pür-cefâ pek küçük pek güzel”

Dede Efendi, bu şarkının ilhamını, gönlünü düşürdüğü Gülnihal Kalfa’dan almıştır. Yaşadığı dönemi düşündüğümüzde bu şarkı Dede Efendi için epey “light” gelmiştir. Hatta o kadar ki gelenekten kopuşun âdeta simgesi olan bu “hafif” şarkı için talebesi Dellâlzâde İsmail’e, “İsmail, bu oyunun tadı kaçtı.” dediği söylenir.

“Gugıltıransleyt”e dönelim biz yine ve dünyadan bî-haber (“bîhaber” yazımına da fitim) olanların küçük dünyalarına fiskemizi atalım, atalım ki az da olsa silkinsinler Atlas Silkindi ile sosyal medyada sağa sola caka satmadan evvel!